Gülümse, kalbin sızlıyorsa da, hatta kırılmışsa da. Gökyüzü bulutlarla doluyken seni yakalar. Eğer korkuların ve üzüntülerin arasında gülmeyi başarırsan, yarın güneşin senin için doğduğunu görürsün. Yüzünü keyfinle aydınlat. Hüznün bütün çizgilerini sakla. Belki gözyaşı çok yakında. İşte tam da o zaman gülümsenin zamanı. Gülümse, ağlamak neye yarar. Sadece gülümse. O zaman hayatın hâlâ yaşanmaya değer olduğunu görürsün.. :)


Ara ki, bula ki ,)

3.8.10

Sevmiyor anla, yeter artık koparıp durma :)




Buyrun size bir papatya falı hikayesi. Benim kadar meraklımısınız bu konularda bilemem ama böyle enteresan, gerçekliği belli olmayan hikayelere bayılırım :) Her ne kadar doğru bilmiyorum ama sizinle paylaşmak istedim. Sonuçta şimdiye kadar papatya falı bakmamış kimse yoktur sanırım aranızda ;)

Eski zaman içinde günlerden bir gün, bir tırtıl gözlerini dünyaya açar. İçgüdüleri ile hareket edip önüne ne gelirse yemeye ve yeni yuvasını kurmaya başlar. Bir müddet sonra yuvasına girer ve yeniden doğuşun mucizevi güzelliği ile muhteşem bir kelebek olarak uçsuz bucaksız tabiat içinde mutlulukla kanat çırpar. Kelebek, cennet gibi bu güzelliklere yukarılardan bakmak ve ömrü yettiğince bu güzellikleri görebilmek için uçar, uçar, uçar. Dağlar tepeler aşar, ormanların üzerinden geçer, derken bir vadide dinlenmek için aşağıdaki çiçekler arasına iner. Çiçeklerle bezenmiş bu cennet köşesindeki bir tanesi, onca çiçeğin arasında kelebeğin tüm dikkatini çeker ve karşı koyamadığı bir istekle bu çiçeğin yanına uçar. Bu çiçek bir papatyadır. Tabiatın hiçbir şey esirgemediği kadar güzel.

“Merhaba sizi uzaktan gördüm ama yakından çok daha güzelmişsiniz” der kelebek. Utanır papatya. Tüm utangaçlığı ile “Hoşgeldin, ben de yalnızlıktan çok sıkılıyordum, iyi ki geldin” der. Ve aralarında hoş bir sohbet başlar. Birbirlerine kendileri hakkında bilgiler verirler sohbet iyice koyulaşır ve akşam olur.

Geceyi birlikte geçirirler. Gökyüzüne dalıp ay'ı yıldızları seyrederler. Hayallere dalıp öylece uyuyakalırlar. Kelebek, sabah uyandığında papatyayı seyrederek ona duyduğu hissin hayranlıktan öte bir duygu olduğunu, onsuz olamayacağını hisseder.

Güneşin kızgın ışıklarının papatyanın narin yapraklarına zarar vermemesi için onun üzerinde uçup ona gölge yapar ona sevgisini haykırmak ister ancak “Ya o beni sevmemişse, ya beni artık yanında görmek istemezse” diye korkar bir türlü hislerini açamaz.

Ne var ki papatya da aynı duygular ile yanmakta ve yine aynı korku sebebiyle aşkını itiraf edememektedir. Bu şekilde birbirlerinden habersiz iki sevgili saatlerce süren mutlu birlikteliklerini devam ettirirler. Ve kelebek artık yorgun düştüğünü, gitme vaktinin geldiğini hisseder “Ben artık gitmeliyim” der. Sonsuz bir acı içine düşen papatya derin bir üzüntü ile “Neden yoksa yanımda mutlu değil misin?” diye sorar.

“Hayır.” der kelebek. Biz kelebeklerin ömrü üç gündür ve ben ömrümü tamamladım” der. Kara haber gibi bu sözler papatyanın yüreğine ok gibi saplanır, yaşama isteğini yok eder. İyice halsizleşen kelebek son bir gayretle “Seni çok seviyorum” der. Papatya üzüntü içinde iken duymuş olduğu bu itiraf karşısında adeta birden donar kalır, sadece dudaklarından “Ben de” lafı zorla çıkar. Kelebeğin ardından gözü yaşlı bir şekilde bakarken “Beni seviyormuş. Keşke bilebilseydim, keşke ben de daha önce söyleyebilseydim.” diyerek gözyaşlarını kalbine akıtır.

Bu üzüntü papatyanın yaşama isteğini yok eder, yaprakları sararıp solmaya bir bir düşmeye başlar. Her yaprak düşüşünde içinden “Beni seviyormuş” der.

O günden bugüne aşıklar sevildiklerinden emin olmak için papatyanın yapraklarını koparırlar seviyor, sevmiyor, seviyor, sevmiyor..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder